Sepetiniz boş

Yeni Üye | Kullanıcı: Şifre:

"Kızıl tehlike"nin yerini "yeşil tehlike" aldı

İsmail Mutlu

Bu yazı, İsmail Mutlu'nun “Tarih Boyunca Hıristiyan Dünyası Islama ve Müslümanlara Nasil Baktı?” isimli kitabından alınmıştır.

Avrupa’da kasıtlı olarak "kızıl tehlikenin" yerine "fanatik müslüman imajı" yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Von Haleber, bu konuda şunları yazar: Ronald Reagan tarafından "kötülük devleti" olarak gösterilen ateist komünist blok imajı, Bush tarafından bilinçli bir politik kararla Saddam’a, onun ordusuna ve İslam ideolojisine yansıtılmıştır. Kızıl tehlikenin ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan düşman imajındaki boşluk, "İslam tehlikesi"yle doldurulmuştur.

"Bugün komünist Sovyetler Birliği’nin bir tehdit olmaktan çıkması üzerine bunun yerine İslam dünyası geçmektedir" diyen Thijl Sunier de aynı gerçeğe dikkat çekmiştir.

1988’de Rus İmparatorluğunun yıkılışı gerçekleştiğinde, o zamanın Nato baş âmiri John Galvin, Brüksel’de yaptığı veda konuşmasında, dünya tarihinin yaşayacağı savaşı ima edercesine şöyle demişti:

"Soğuk savaştan galip çıktık. 70 senelik yanıltıdan sonra 1300 senelik asıl sorun oluşturan hususa gelelim: Bu, İslam ile olan mücadelemizdir."

Nijmegen Üniversitesi barış sorunları Araştırma Merkezi araştırmacılarından Janvan der Meulen ve Leon Wecke, 1990 yılında, 1980 yılında yapılan bir araştırmayı esas alarak bir araştırma yaptılar. Sonucu "Dost ve düşman imajına ilişkin kamuoyu araştırmasının geçici bazı sonuçları üzerine bir rapor" ismiyle yayınladılar. Bu araştırmada, 1980 yılındaki araştırmada ideolojik düşman olarak görülen Sovyetler Birliği hakkındaki olumsuz imajın kaybolduğu görüldü. O tarihçte Sovyetler Birliğini tehdit olarak gören %42’lik bir kesim, şimdi petrol üreten Arap ülkelerini ve Irak’ı en büyük tehdit olarak algılıyordu. Diğer taraftan, 1980 yılında tespit edilen düşman imajı, halktan çok liderlere yönelikti. Araştırmaya katılanlar halkı aptal olarak görürken, liderlerini de son derece olumsuz olarak değerlendiriyorlardı. 1990 raporunda da liderler halka oranla daha olumsuz değerlendirilmekte, fakat Sovyet halkına oranla, Araplara daha negatif olarak bakılmaktadır. John Gray, 28 Ağustos 1990 tarihli The Tımes gazetesindeki yazısında Batı’nın, postkomünist dünyada militan İslam’ı yeni tehdit olarak gördüğünü, Saddam rejimini yok etmekle bunun bitmeyeceğini ifade eder.

1990 tarihli şu ifadeler de oldukça anlamlıdır:

"Genel anlamda konuşursak, yükselen güç olarak yeşil, kızılın yerini almıştır. Ama biz, dikkatimizi ve kararlılığımızı savunma pozisyonundaki bir muhalifle karşılaşan ikinci bir cepheye yöneltiyoruz ve potansiyel olarak daha saldırgan muhalifleri olan daha hassas cephelere kaynaklarımızı tahsis ediyoruz. Sakin bölgede gerilen ve gerilimli bölgede sakinleşen bizler, her zaman olduğu gibi arkadan vurabiliriz. (Regis Debray, Tous azimuts’Paris: Odile Jacob, 1990, s. 44, 45)"

1991 yılında “İslam ve Hıristiyanlık” konusunu kapak yapan International Affairs dergisi ise aynı gerçeğe şöyle yer veriyordu:

"Avrupa, kendisini başka tanımların varlığıyla tanımlamaya alışagelmişti. Sovyetler Birliği ve Doğu blokunun ideolojileri dağıldıktan sonra Batı, bunların yerini alacak yeni bir başkasını araştırmaya başladı. İşte bu başkası şüphesiz İslam’dı. Bir başka ifadeyle, Avrupa’ya yakın olan İslam dünyasıydı."Elaine Sciolino, New york Times gazetesi’nin 21 Ocak 1996 tarihli sayısında art niyetli ve İslam’a karşı kışkırtıcı bir başlık kullanır: “Kızıl Tehdit Yerini İslam’a Bıraktı.”

Alman Bunte gazetesinde, 1998’de yayınlanan bir yazıda şöyle bir soru yer almıştı:

"Bir çok İslamcının militanlığı, belki de Batıda asırlardır altı çizilen, tarihi Müslüman nefretinin devamıdır? Yoksa artık tehlikenin kaynağı Moskova değil de Mekke mi?”

Graham E. Fuller ve Ian O. Lesser de Kuşatılanlar: İslam ve Batının Jeopolitiği isimli çalışmalarında konuyla ilgili şu tespitte bulunmuşlardır:

Gerçekte, soğuk savaş biteli beri, dünyada bir sonraki ideolojik mücadelenin İslam ile Batı arasında olacağı konusunda spekülasyonlara girişmek moda haline gelmiş bulunuyor. Bu spekülasyonun temelinde ise, ille de Batılı ülkelere meydan okuyacak yeni bir izm’in ortaya çıkması gerektiği inancı yatıyor. Bu önerme tümüyle temelsiz de değil: Batı’nın özellikle ABD’nin kültürel, siyasi, ekonomik ve askeri arenada ortaya koyduğu simgesel ve reel güç, ürkütücü ve müdahaleci bir nitelik taşıyor. Batı’nın dünyadaki varlığı, neredeyse tanım gereği, bir tür karşılık yaratmaya mahkum bulunuyor.

Bugün, pek çok gözlemcinin zihninde, dünyanın büyük bölümünde Batı’nın çıkarlarına karşı bundan sonra yürütülecek muhalefetin en muhtemel adayı İslam’dır, Müslümanlardır. Kimi gözlemcilere göre ise İslami ve Batılı çıkarlar arasında algılanan bu mücadele, birbirinden farklı iki büyük uygarlık sistemi arasında bir çatışma niteliği kazanmaya başlamıştır bile.

Gerçi Batı’nın Müslüman devletlerle ilişkisi problemini “İslam Batı Karşıtlığı” türünde keskin bir kutuplaşmayı içeren terimlerle ele alan ciddi yorumcuların sayısı çok azdır; ama bu ifade hem Batı’da, hem de Ortadoğu’da öncelikle politik yelpazenin uçlarında olmak üzere, belli bir yaygınlık kazanmıştır. “Batıya karşı İslam” anlayışı uluslar arası düzeyde yeterince ciddiye alınmış olmalı ki, politika üreten kesimlerce inceleniyor.

Danimarka Halk Partisi milletvekili Per Dalgaard, 2001 yılında yaptığı bir toplantıda şunları söylemiştir:

Komünizmin çöküşünden sonra günümüzde Dünya barışını tehdit eden en büyük tehlike İslam’dır. Batıya karşı İslam, doğrudan bir tehlike ve tehdittir, İslam bizi içimizden kemirerek toplum yapımızı çökertmektedir. Pim Portuyn’un, 28 Ekim 2001 tarihli yazısında “komünizmin rolünün İslam tarafından devr alındığını” ifade ettiğine daha önce yer vermiştik.

Çakal Carlos ismiyle dünya gündemindeki yerini alan Venezuella’lı Ilıch Ramirez Sanceh, Devrimci İslam isimli kitabında, Rusya’nın çöküşünden sonra Amerika’nın kendisine yeni düşman olarak İslam’ı seçtiği konusunda şöyle der:

Sovyet askerlerinin Afganistan’dan çekilişi ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı sonrasında yeni bir düşman bulundu ve Amerikalılar ne derse desin, esas hedef İslam… İslam ideal yeni bir düşman. Çünkü Ortaçağ Avrupa’sından miras kalmış ve toplumsal bilinç altında yatan korkular söz konusu. Evrensel demokrasiye ve küresel ekonomiye yeni alanlar sağlamak, yeni normalleştirmeler için mükemmel bir aday. Unutmayalım ki, yürürlükteki ölçüleri göre, bir toplumun ne kadar demokratik olduğu Amerikan imparatorluğuna gösterdiği sadakat ve itaat seviyesinden anlaşılıyor.

Roma Katolik Kilisesinde yedi yıl rahibelik yapmış biri olan Karen Armstong, "Günümüzde Sovyetler Birliğine karşı yıllarca sürdürülen soğuk savaş, artık İslamiyete karşı soğuk savaş haline geliyor gibi görünmektedir" der. Ona göre, "Batı’nın İslam dinine karşı sağlıksız tutumu, sık sık kendini şizofrenik bir tepki olarak göstermektedir."

Chicago Üniversitesi’nden Ortadoğu Tarihi Profesörü John E. Woods, "Komünizmin çökmesinin ardından İslam, dünyanın yeni düşman gücü olarak ortaya çıktı" der.

Medeniyetler Çatışması teziyle kendisinden oldukça söz ettiren Samuel Huntıngton, Amerika idaresinin düşman bulmadan varlığını sürdüremeyeceği konusunda şöyle bir tespitte bulunur:

Amerika’nın Soğuk Savaş sonrası dönemde dünyadaki rolüne ilişkin en çok sorulan sorulardan biri şudur: “Soğuk Savaş olmadan ABD ne yapacak?” Çünkü Amerikalılar, en baştan beri ulusal kimliklerini hep istenmeyen ötekinin karşıtlığı üzerine inşa ettiler. 19. yüzyılın sonuna kadar ABD, kendisini Avrupa’nın karşıtı olarak tanımladı. Avrupa, geçmişi temsil ediyordu: Köhne, özgür ve eşit olmayan, feodal karakterde, monarşik ve sömürgeci. Oysa ABD, tam tersine geleceği simgeliyordu: İlerlemeci, özgür, eşit ve cumhuriyetçi

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD, kendisini Sovyetler Birliği ve dünyadaki diğer komünist ülkelere karşı demokratik ve özgür dünyanın lideri olarak tanımladı… Tek bir ulusal amaç vardı: Komünizmi altetmek. 40 yıl boyunca Amerikan diplomasisi bu nihai hedefin çevresinde döndü….

Federal yönetim ülkeyi ciddi bir dış tehdidin varlığına karşı korumaya devam ederken aşırı ulusçular federal binaları bombalayabilirler mi? Geçmişte bombalı saldırılar genellikle ABD düşmanı yabancıların işi olarak nitelendirilirdi ve birçok kişi Oklahoma City’deki bombalı saldırının yeni bir düşmanın, Müslüman teröristlerin olduğu düşüncesindeydi. Halbuki bombalı saldırı, bir ölçüde Amerikalıların alışageldiği bir düşmandan mahrum kalmasının bir sonucuydu.

Heterojen, çok kültürlü, etnik ve ırksal ayrıma dayalı iç dinamikleriyle ABD, bütünlüğünü koruyabilmek için düşmana diğer ülkelerden daha çok ihtiyaç duyuyor. M.Ö. 84’te, Romalılar Mitridates’i yenip o günkü sınırlarıyla tüm dünyayı fethettikten sonra Sula şu soruyu sormuştu: “Artık yenecek düşman kalmadı, peki cumhuriyetin kaderi ne olacak?” Cevap gelmekte gecikmedi ve cumhuriyet birkaç yıl içinde yıkıldı. ABD’yi de benzeri bir akibet (son) bekliyor.

Diplomat iken Müslüman olan Alman Murad W. Hofman’ın bu konudaki görüşleri ise şöyledir:

Öyle görünüyor ki, Sovyetler Birliğinin çöküşü ve komünizm tehlikesinden geçmesinden sonra, Batı kendi kimliğine yönelik tehdit ve düşman olarak İslam’ı görmeye başladı. Tehdit altındaki kimliğini korumak için de onunla mücadele ediyor.

Dr. Muhammed Umara ise Amerikan yetkililerinin İslam’a bakışlarıyla ilgili olarak şöyle der:

“Çağın çıbanı” Amerika, dünyanın yöneticisi oldu. Şer imparatorluğu komünizmin yıkılmasından sonra Amerika, İslam’a İslam ümmetine, İslam uygarlığına ve İslam dünyasına karşı mücadelenin öncülüğünü yapmaya başlamıştır. Amerikan İncil kilisesi de İslam’a karşı verilen bu mücadelede onun yanında yer almıştır.

Bangladeş Halk Cumhuriyeti yüksek Komiseri Dr. A.F. M. Yusufi ise The Tımes’de yayınlanan 1994 tarihli mektubunda Batının kendi kamuoyunun dikkatlerini başka yöne çektiğini nazara verir:

Batı medyası, fundamentalizm adı altında İslam fobisini kamuoylarına pompalayarak dikkatleri kendi ülkelerinde sosyoekonomik rahatsızlıklardan başka yerlere çekmek istiyor. Komünizmin çökmesinden sonra yeni bir düşman arayışı içinde fundamentalist İslam konusunun sık sık işlenmesinden şüphelenmemek elde değil. W. Montgomary Wat, her ne kadar, “Soğuk Savaşın bitiminden itibaren bazı küçük çapta politikacılar ve gazeteciler, Batının büyük düşmanı olarak Markist koniminzmin yerine İslam’ın geçtiğini ileri sürdüler; fakat bu fikir genel bir kabul görmedi” diyerek böyle düşünenleri azımsasa da, günümüz ABD idarecileri ve Avrupa’da azımsanmayacak bir kesim özellikle Rusya’nın dağılmasından sonra kendilerine yeni bir düşman ve yeni bir “öteki” buldular: İslam dünyası ve Müslümanlar!

 



Ana Sayfa | Yardım | İletişim
Telefon: +90 536 587 69 07 | Faks: +90 212 652 0027 | www.mutluyayincilik.com.tr
Adres: Şirinevler Mahallesi Bağlar Mevkii, Yiğit Sokak 2/3 Bahçelievler-İstanbul
© 2015 Mutlu Yayıncılık. Tüm hakları saklıdır.